Albert Tucker, 1905 yılında Kanada’nın Oshawa kentinde doğar. 3 öğretmenin branşları aralarında bölüştüğü son derece küçük bir lisede okur, lise müdürü de matematik ve fizik öğretmektedir. Müdür, Tucker’ın yaptığı bir sınavda, öğrencilerin çözmesini beklemeyip onları zorlamak için eklediği matematik sorularını çözmesinden çok etkilenerek ailesini çağırır. Onlara Tucker’ın matematikte çok yetenekli olduğunu, ilerde bir sigorta şirketinde istatistik hesapları yaptığı parlak bir kariyere sahip olma potansiyeli olduğunu söyler.
Matematik ve fiziği seven Tucker, liseden sonra Toronto Üniversitesine giderek bu iki alanda dersler almaya başlar. Ne var ki üniversitedeki matematik ve fizik bölümlerinin arası çok iyi değildir ve Tucker bir tanesini seçmek durumunda kalır. Yeni yeni filizlenen kuantum fiziği ona çekici gelse de, seçimini daha iyi anlaştığı matematik hocalarıyla devam etmek yolunda kullanır. Sonrasında da programda önerilen geometri derslerinden etkilenerek, lisansüstü eğitimi için Princeton Üniversitesine geçer.
Üniversitede cebirsel topoloji çalışan Solomon Lefschetz’in hazırlamakta olduğu kitapla ilgili yazdıklarını okur. Kitabın bazı bölümlerini nasıl farklı yazması gerektiğine dair öyle detaylı ve ısrarlı eleştiriler getirir ki, Lefschetz sonunda Tucker’ın bu fikirlerini teze dönüştürmesini ister. Lefschetz İle çalışan Tucker “Manifoldlara soyut bir yaklaşım” isimli tezini yazar. İlginç bir başka durum da, doktora sürecinde başka bir hocası olan Eisenhart’ın kitabıyla ilgili detaylı yorumlarının bir makale haline gelip yayınlanmasıdır. Böylece ilk iki akademik çalışmasının ikisi de kitap eleştirilerinden filizlenmiş olur.
Tucker 1932’de doktorasını bitirdikten sonraki ilk yılını Ulusal Araştırmacı bursuyla Harvard ve Chicago üniversitelerinde konuk olarak geçirdikten sonra kalıcı bir pozisyonla Princeton’a döner. Orada 1974’te emeritus sıfatıyla emekli olana kadar kalacaktır. Başlangıçta çalışmaları ağırlıklı olarak topoloji ve geometri ile ilgilidir ama zamanla oyunlar ve programlama ile ilgili çalışmalar da yapmaya başlar. Belki de ona en çok tanınırlık getiren, Mahkumun İkilemi paradoksunu formalize etmesidir.
Hikayede iki mahkum ayrı odalara alınır ve sorguya çekilirler. İkisinin de iki seçenekleri vardır, beraber işledikleri suçu itiraf etmek veya sessiz kalarak inkar etmek. Eğer ikisi de sessiz kalırsa, eldeki delillere dayanarak 1 yıl hapse mahkum edileceklerdir. İkisi de itiraf ederse ise, suçları tamamen ortaya çıktığı için ikişer yıl hapis yatacaklardır. Eğer biri konuşur, diğeri susarsa ise konuşan ödül olarak serbest bırakılacak, susan ise 3 yıl hapse mahkum edilecektir.
Kendinizi mahkumlardan birinin yerine koyun. Eğer arkadaşınız susarsa, sizin için konuşmak daha avantajlı, zira konuşmazsanız 1 yıl hapis yatacaksınız, itiraf ederseniz ise serbestsiniz. Arkadaşınız konuşursa, sizin için yine konuşmak avantajlı, çünkü konuşursanız 2 yıl, konuşmazsanız ise 3 yıl ceza sizi bekliyor. Bu durumda çok düşünecek bir şey yok, konuşmak en iyi stratejiniz. Bunu paradoks yapan ise arkadaşınızın da aynı şekilde en iyi stratejisinin konuşmak olması. İkiniz de konuşup ikişer yıl yatacaksınız, oysa ikiniz de sussanız cezanız sadece birer yıl olacaktı.
Tucker’ın başka bir çalışması da, tarihçi Charles Gillispie ile beraber yürüttüğü Sözlü Tarih Projesi’dir. 1930’larda Einstein, Gödel gibi önemli isimlere ev sahipliği yapan Princeton Üniversitesi Matematik Bölümü ve İleri Çalışmalar Enstitüsü’nde yaşananları, o dönemi yaşamış kişilerin ağzından dinleme fikrinden yola çıkan Tucker hem kendi anılarını anlatır, hem de çok kişiyle röportaj yapar. Bu röportajların yazılı kaydına buradan ulaşmak mümkün.
Kaynakça:
MacTutor Matematikçi Biyografileri:
- MacTutor Matematik Tarihi Arşivi: Albert Tucker.
- Stephen B. Maurer, Albert Tucker ile Röportaj, Mathematical people, A K Peters, 2008.
- Princeton Üniversitesi, Oral History Project.